*Bu yazı SGYD Topluluğundan Eylem Esen Arabacı tarafından yazılmıştır.
Yazıma 6 Şubat 2023 tarihinde, 10 ilde yaşanan depremle birlikte hayatını kaybeden tüm insanları anarak başlamak istiyorum. Ve geride kalan herkese umut ve mücadele diliyorum. Ve devamında yazımı cinsiyet atamalarına ve her türlü hetonormativiteye* maruz kalan tüm lubunyalara* armağan etmek istiyorum. Dayanışmayla…
Peki Kim Hassas?
Deprem bölgesinde yaşanan tüm zorluklar günden güne olduğumuz yerlerde rahat oturamayışımıza sebep oldu. Çünkü yetkili kurumların ulaştırılmayan yardımları ve yetersizliği, aslında bölgede olmayan bizlere de, olduğumuz şehirlerde yetersizlik hissini yaşattı. Belki bölgedeki depremzedelerin bir yarasına derman oluruz, en azından belki sohbet ederiz diyerekten bizler de 4 kişi bir derneğin gönüllüsü olarak yola çıktık. Çünkü dayanışma bu günlerde en çok ihtiyaç duyulan şeylerden biriydi.
Yol sürecinde kendini kadın olarak tanımlayan insanlar olarak, ataerkinin tüm zorluklarıyla baş etmenin gerekliliğini bilerek çıktık yola aslında. Üstelik yola çıktığım, yoldaşım, partnerimle beraber, orada nasıl bir fobiye uğrayabileceğimizin de muamması içinde yola çıktık. Aslında nasıl davranmamız gerektiğini çok da kestiremiyorduk. Depremzedelere gösterdiğimiz hassasiyetin bir de fobi kısmı gelişecekti çünkü biliyorduk. Çünkü yerle bir olmuş şehirlerde türlü fobik ve cinsiyetçi tutumlarla çadırlara alınmayan lubunyalar olduğunu da biliyorduk. Kime hassas olmalıydık? Ya da hassas olan insanların toksik maskülinitesi* ve heteronormatifliği miydi?
‘’Oğlan Mıdır Kız Mıdır Belli Değil’’
Partnerim, İngilizce’de ifade edildiği haliyle butch* diye adlandırılabilecek bir tipolojiye sahip. Bununla birlikte dışarıdan çok fazla cinsiyet atamasına maruz kalıyor. Ve deprem bölgesinde de korkumuz, insanların kafasını karıştırması ve cinsiyet atamalarına maruz kalması haliydi. Bu nedenle teması çok sevmemize rağmen birbirimizden uzak durarak, fobiye maruz kalmaktan çekinerek gittik bölgeye. Çünkü ‘’erkek mi kız mı belli değil’’ yorumlarına maruz kalmak istemiyorduk. Buna ek olarak kalacak yer vs gibi problemler de aynı şekilde içimizi daraltıyordu. Çünkü aynı çadırda kalmamızın hoş karşılanmayacağını düşünüyorduk.
Hatay-Samandağ’a tüm bu kaygılar içerisinde ulaştık ve orada bizi dayanışmayla karşılayan diğer dernek gönüllülerini ve çalışanlarını gördük. Korkularımızı biraz da olsun dindiren arkadaşlar, bizleri kalacağımız çadıra yönlendirdiler ve orada gittiğimiz ekip arkadaşlarımızla beraber kaldık.
Ötekinin Ötekisi
Hatay Samandağ, ilk deprem Maraş merkezli olduğu için fazla etkilenmemiş haldeydi fakat ikinci deprem yaşandığında hasar alan evler enkaza ya da çok hasarlı evlere dönüşmüş haldeydi. Ancak bunlara ek olarak arabayla diğer kurumları ziyaret ettiğimiz noktada Antakya’da fazlasıyla enkaz olduğunu ve şehrin ‘’1 yılda toparlarız.’’ gibi basit bir yıkıma uğramadığını gözlerimizle de görmüş olduk. Kentte sanıyorum en çok dikkatimi çeken şeylerden biri, Suriyeli göçmen depremzedelerin sağdaki çadır kente, Antakyalı depremzedelerin ise soldaki çadır kente yerleştirilmesiydi. Yetersizlik her yerde yetersizlikti fakat göçmenlere uygulanan tarife tüm ırkçılığı ve zorbalığı maalesef gözler önüne seriyordu. Göçmenlerin kendi ülkelerinden kaçmalarına sebep olan ve yıkılan binaları, şimdi de doğal afetle yıkılmıştı. Bununla yüzleşmek gerçekten çok zor geliyor. Burada kimseyi üzmek istemiyorum ancak bu gerçeklikten kaçmak, bizim kendimizden kaçmamız gibi geliyor. Yüzleşmek mücadeleyi diri tutuyor diye düşünüyorum. Ve tüm bu gerçekliklerle bölgede geçirdiğimiz 4 gün sonunda, yardımlaşma ve dayanışmayla geçen günlere ek olarak hanemize bir şey daha ekleyerek ayrıldık Samandağ’dan. Ötekinin ötekisi olmak, bizim aslında depremden önce de maruz kaldığımız ve mücadele ettiğimiz gerçeğiydi. Ötekiler olarak başka bir dünyanın mümkün olduğunun ispatını direttik bölgede. El ele başka bir hayatın mümkün olabildiğinin…
Evet, Kız’ım!
Dönüş yolunda yolumuz biraz uzun süreceği için, Hatay’dan çıkmadan bir yerde durakladık ve içecek bir şeyler almak için yerli halkın satıcısı olduğu bir kahveciden Türk kahvesi söyledik. Bu esnada partnerimle sarılmıştık, kolu omzumdaydı. Ve bu sarılmayla birlikte bakışların farklılığı da bizi sıkıştırmaya başlamıştı. Tam o esnada ücreti alan kişi ‘’Bir şey sorabilir miyim ayıp olmazsa?’’ dedi. Ve partnerim cevapladı ‘’Evet, kızım!’’. Sonra fazlaca gülüşmeden sonra, partnerimin bu soruya sürekli maruz kaldığını anladılar. Ve soruyu soran kişi ‘’Ne bileyim öyle sarılıp ikisi yakın durunca…’’ dedi. Ve ‘’İnsan sevdiğine sarılır.’’ dedik biz de. Evet insan sevdiğine sarılır. Biz deprem bölgesinde tanımadığımız insanlara da sarıldık. Sevgi çünkü bence böyle bir şeydi. İnsanları sevmek, doğayı, hayvanları, ağaçları, tabiatı… Sarılmak belki de sevginin karşılık bulduğu bir temastı. Biz lubunyalara sarılmayan herkese şunu söyleyebiliriz ki nefret kimsenin işine yaramaz. Hepimizin bir arada mutluca yaşaması için belki de sevmediklerimize de sarılmayı öğrenmeliyiz. Sevgiyi çoğaltarak, dayanışmayı güçlendirmeliyiz.
Herkese kucak dolusu sevgilerimle,
YALNIZ DEĞİLSİNİZ!
*Lubunya: Türkiye’de LGBTİ+lar tarafından kullanılan bir çeşit jargon. Günümüz kullanımında, LGBTİ+ komunitesine ait hisseden tüm bireyleri kapsamaktadır.
*Heteronormativite: İkili cinsiyet rejimine dayanarak heteroseksüelliğin, cinsel yönelimin asli biçimi ve normu olduğu düşüncesi.
*Butch: (“Buç” şeklinde okunur.) Kendisini temelde maskülenlik ile özdeşleştiren veya cinsiyet kimliğini ifade ederken maskülen işaretleri tercih eden insanları tarif eder.
*Toksik maskülinite: Bu terim, geleneksel olarak erkeklerin duygusal zayıflık veya kadınlara atfedilen özelliklere benzemekle iddia edilen herhangi bir özelliği reddettiği, baskıcı, agresif ve zarar verici davranışlar sergilemesi anlamına gelir.