*Bu yazı SGYD Topluluğundan Deniz Çelik tarafından yazılmıştır.
Begüme…
Size deprem bölgesinde yaşadıklarımı anlatmadan önce Begüm’ü, canım arkadaşımı anarak başlamak istiyorum. Begüm, aktivist bir lubunya*, insan hakları savunucusu bir genç, ve en önemlisi de ben de dahil olmak üzere çoğu lubunyanın yol arkadaşı, can dostuydu. Begüm dünyayı fobiden, tahakkümden, kadın+ düşmanlığından azade bir şekilde görmek istiyor ve bunun için emek veriyordu. Hatay’da tüm ailesiyle birlikte enkaz altında günlerce yaşam savaşı verdiğinde fark ettim ki, Begüm bize bir görev, amaç bırakarak gitti bu dünyadan. Onun ve diğer tüm katledilen lubunyaların ışığında bu yolda mücadelemi sonuna kadar sürdüreceğimi de biliyorum. Bu yazıyı da o nedenle Begüm’e adamak istiyorum.
Gidiş Süreci
Deprem bölgesine gitmeye karar verdikten sonra, ekip arkadaşlarımla ilk olarak oradaki koordinasyonlarla iletişime geçmeye başladık. İletişim kurduğumuz parti ve örgütler Maraş’ın Pazarcık ilçesinde emek verebileceğimiz işlerin olduğundan bahsetti. Bizler de orada hiçbir şekilde fazlalık yaratmamak adına tüm teçhizat ve erzağımızı Ankara’dan tedarik ederek çıktık yola.
Ekibimizin tamamı lubunya olması nedeniyle seçtiğimiz otobüs ve şoförün güvenli olup olmadığına elimizden geldiğince dikkat etmeye çalıştık. Tabii ki yolda, mola verdiğimiz tesislerde garip bakışlara, tacizvari hareketlere, cinsiyetli tuvalete dayalı ayrımcılıklara maruz kaldık. Ancak, psikolojimizi ve mantalitemizi de biraz da buna hazır hale getirerek çıkmıştık bu yola. Hepimiz fobik ve cinsiyetçi eylemlere maruz kalacağımızın farkında olarak gitmiştik deprem bölgesine. Bu durumların üstesinden de dayanışmacı tutumumuzla gelebildik.
Pazarcık/Narlı
Gittiğimiz bölge Narlı adında bir köy veya kasabaydı. Evler maksimum 2-3 katlı olduğundan dolayı çok fazla enkaz yoktu. Yine de neredeyse tüm evler hasarlı ve oturulacak durumda değildi.Ancak, bölgedeki herkese devlet tarafından verilen imkanlar o kadar kısıtlıydı ki, yıkılma tehlikesi olan evlerinde maalesef yaşamak zorunda kalabiliyorlardı. Hatta göçmenlere AFAD tarafından çadır bile verilmediği için yıkık dökük evlerde kalmaya zorunda bırakılıp, üstüne üstlük komşularından da ‘yağmacı’ yaftası yapıştırılarak ayrımcılığa ve şiddete maruz bırakılıyorlardı. O nedenle deprem bölgesindeki göçmenlere yardımı önceliklendirmeyi bir amaç olarak edinmiştik.
Bölgede yaşanan siyasi olaylardan sonra gençlerin göç etmiş olduğu bir bölgeydi Narlı. O nedenle de nüfusun çoğu hem yaşlıydı hem de Kürt Alevileriydi. Bu noktada bahsetmek isterim ki, Ankara’da yaşadığım ayrımcılığın, ötekileştirilmenin ve fobinin onda birini Narlı’da yaşamadım. Bence bunun asıl sebebi, Kürt Alevi nüfusun, ve aynı şekilde her azınlık topluluğun deneyim benzerliği nedeniyle duydukları yakınlık. Biz orada onlarla karşılıklı bir şekilde yardımlaşırken onlar da bizi çocuklarını, torunlarını sevdikleri kadar seviyorlardı. Biz de onlara o kadar ısınmıştık ki her gün beraber kahve içip, ateş başında sohbet ettiğimiz anlar bile oluyordu. Mesela kadınlar bize bir şekilde güvenip, gördükleri şiddeti, yaşadıkları istismarları anlatıyorlardı. Bu paylaşımlar beni çok duygulandırmakla beraber, benle paylaştığı için de güçlü hissettiriyordu.
Bu güçlendirici deneyimlerin dışında haliyle iş bölümü başta olmak üzere cinsiyetçi tutumlarla karşı karşıya geldik. En çok söylenen şeyler ‘bayan sen onu taşıma’ veya ‘erkek arkadaşlar gelsin de şu odunları taşıyalım’ gibi ötekileştirici, hatta çoğu noktada misgender’a* maruz kaldığımız söylemlerle karşılaştık. Bunlarla başa çıkmanın yolu da kolektif olarak, karşı bir tutum alınmasına bağlıydı. Her ne kadar bu konuda rahat ve güçlü hissedemeyip, sesimi çıkaramadığım çok an olduysa bile, karşı tutumu sergileyen arkadaşlarım sayesinde ben de güçlü hissediyordum. Zaten bunun gibi afet olaylarında kadın ve lubunyalara yapılan ayrıştırıcı tutum nedeniyle yardımlar gecikebiliyor ve hatta insanlar toplumsal cinsiyete dayalı şiddet nedeniyle depremin fiziksel hasarını üzerinde daha ağır hissedebiliyor. İşte bunları aşmak da gerçekten bizim elimizde. Yine Pazarcık’ta Hasankoca adında başka bir köydeki koordinasyon merkeziyle -oraya kayyum atanmadan önce- konuşma fırsatımız olmuştu. 200 kişiye yakın gönüllü grupları olmasına rağmen, cinsiyetçi ve eril dili tamamen ortadan kaldırdıklarını, toplumsal cinsiyet rollerine dayalı iş bölümünün olmadığını ve hatta depremzede kadınlara özel güvenli çadırların bile oluşturulduğunu duymuştuk ve bizzat tanık da olmuştuk. Bu da bize gerçekten değişimin bizim, kadınlar ve lubunyalar başta olmak üzere, elimizde olduğunu gösterdi adeta. Devlet yardım etmediğinde karşılıklı yardımlaşma ve dayanışmayı iliklerimize kadar hissettiğimizde nasıl güçleniyorsak bunu hayatın her alanına yaymalıyız. Sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz, pezevenksiz bir dünyanın var olabileceğini orada gördüm. Buna neden olan olay ne kadar trajik olsa da, birbirimize yardım ettiğimiz ne kadar depremzede varsa hepsine teşekkür ediyorum. Bana alternatif bir yaşam gösterdikleri ve imkanların bu denli kısıtlı olduğu anlarda bile dayanışmayı elden bırakmadıkları için hepsine hem geçmiş olsun hem de teşekkür ederim demek istiyorum.
*Lubunya: Türkiye’de LGBTİ+lar tarafından kullanılan bir çeşit jargon. Günümüz kullanımında, LGBTİ+ komunitesine ait hisseden tüm bireyleri kapsamaktadır.
*Misgender: Yanlış cinsiyet atamak, hatalı cinsiyetlendirmek. Bir insana yanlış ya da kendi cinsiyet kimliğiyle uyumsuz bir cinsiyet atfetmek (Kaos GL, 2020).